FUAT ÇAPA A'DAN Z'YE HEPSİNİ ANLATTI

24/04/2020
24
NİS
2020

Süper Lig'de 2019/20 sezonunun ikinci yarısında Kasımpaşa'ya imza atan teknik direktör Fuat Çapa, Goal Türkiye ve Mackolik editörü İlker Yılmaz'ın sorularını yanıtladı.

Emirdağ'da baba ocağında bulunan deneyimli teknik adam, gurbetçi bir ailenin çocuğu olarak Belçika futbolundaki yükselişini ve Türkiye'deki günlerini anlattı.

İlker Yılmaz: Merhaba hocam hoşgeldiniz. Sanırım Emirdağ’dasınız...

Fuat Çapa: Evet, Emirdağ’dayım. Afyon’un bir ilçesi. Annem babam burada. Ailem zaten Belçika’da yaşıyor. Süreç tam olarak belirsiz. Ne zaman yeniden Süper Lig başlayacak, ne olacak bilmiyoruz. Herkesin soru işaretlerinin bulunduğu bir süreçte olduğumuz için yurt dışına gitme ortamı bulamadım açıkçası. Diğer taraftan oyuncularımızdan da yurt dışına gitme talebi gelmişti. Onlara da kulübün aldığı karar doğrultusunda evlerinde kalmalarını bildirmiştik. Oyuncular buradayken bizim gitmemiz çok doğru olmazdı. O yüzden burada kalıp annem babamla zaman geçiriyorum. Bu da güzel.

Yani onlarla bir kader birliği yapıyorsunuz aslında.

Takım olmak budur. Oyuncularınızla empati yapmak zorundasınız. Süreci birlikte yaşıyorsunuz. Bu süreçte onları yalnız bırakmak olmazdı. O kader birliğini devam ettirmemiz gerekiyor.

Futbol konuşacağız ama önce Emirdağ’a gelmek istiyorum. Emirdağ enteresan bir yer. Siz de orada doğdunuz. Ancak orada büyümediniz. Emirdağ'daki birçok kişi gibi siz de 4 yaşındayken Belçika’ya taşındınız ve futbolda ilk adımı Belçika’da attınız, daha sonra Türkiye’ye geldiniz. Gidiş süreciniz nasıldı, neler hatırlıyorsunuz, orada futbola nasıl başladınız? Bize Belçika’daki ilk yıllarınızı anlatır mısınız?

İlk önce Belçika değildi, bir yıl Fransa maceramız da var. Babam ilk defa 1973 yılında Fransa’ya gitmişti. Sonra biz de oraya gittik. Altı ay ile dokuz ay arası kadar Fransa’da kaldıktan sonra dayım Belçika’da yaşadığı için bizi yanına aldı. Sizin de söylediğiniz gibi çok küçük yaştaydım. Ekmeğini taştan çıkaran ailelerden birinin, gurbetçi çocuğuyum. Annem babam orada çalıştı, şu anda emekliler. Bize inanılmaz olanaklar sundular. Bundan dolayı kendilerine ne kadar teşekkür etsek veya dua etsek azdır. Babamın sabah 5’te kalkıp akşam 10’da eve geldiğini çok bilirim. Annemin de aynı şekilde sabah 5’te işe gidip, 11’de eve geldiği, sonra tekrar öğleden sonra işe gidip gece 11’de eve geldiği yıllar oldu. Her anlamda kolay bir süreç değildi. Ama onların kendilerine göre hedefleri, amaçları vardı. İlk giden jenerasyon zaten genelde aynı düşüncelerle gitmişlerdi. Belirli bir kazanç elde ettikten sonra tekrar yurda dönmeyi hedeflemişlerdi. O hikâyeyi çok duymuşsunuzdur. Ama ikinci jenerasyonda, bizlerin de aldığı eğitimle bu biraz zorlaştı. Çünkü belli bir süre sonra bir seçim yapmak durumunda kalıyorlardı. Ya bizi bırakıp geleceklerdi ya da onlarla birlikte kalacaklardı. Bir gurbet yaşadılar, ama ikinci bir gurbet yaşamak istemediler bizimle birlikte. Bundan dolayı emekli olana kadar Belçika’da kaldılar ama emekli olduktan sonra yılın yarısını Türkiye’de, diğer yarısını Belçika’da geçiriyorlar. Ben eğitimimi Belçika’da aldım. İlkokul, ortaokul, lise, üniversite... Futbola ise çok genç yaşta, 8-9 yaşlarında başladım. Ve çok genç yaşta profesyonel olarak seçim yapmak zorundaydım. Ailemin isteği doğrultusunda üniversiteye, yani eğitimi tercih ettim. Çünkü biraz önce de dediğim gibi onların akıllarının bir yerinde hep dönüş vardı. Futbol da şu an olduğu gibi o kadar popüler değildi. Bundan dolayı 18 yaşında bir seçim yapmak zorunda kaldım. Okulu seçtim ama aynı zamanda alt liglerde de oynamaya devam ettim. Okul bittikten sonra da iş hayatına başladım. Ama bu süreç içerisinde futbol hep içimde bir ukteydi. İstemesek de ailelerimizin bizi yönlendirdiği şeyi tercih etmek zorundaydık. Erken saatlerde işe gidip, geç saatlerde eve dönmeleri, insanı duygusal anlamda da bazen istemediğiniz kararları aldırabiliyor. Tabii bunu o an için söylüyorum. Şimdi iyi ki o kararı almışım diye düşünüyorum. Futbol 8-9 yaşından itibaren hayatımda hep oldu. 25-26 yaşlarında antrenörlük kurslarına başladım. 

Çok erken.

Evet. Belçika’daki en genç teknik adam olarak görev yaptım Üçüncü Lig’deyken Turnhout’ta. En çok başında kaldığım kulüplerden birisiydi. Yaklaşık dört sezon orada görev yaptım. Belçika’da iki takım daha çalıştırdıktan sonra 2007-08 sezonunda Türkiye maceram başladı Gençlerbirliği’nde. Çok kısaydı. Yanlış hatırlamıyorsam dördüncü ya da beşinci haftada ayrılmıştım. 

Bankacılık mı yapıyordunuz? Yanlış mı hatırlıyorum?

Belçika’daki eğitim sistemiyle Türkiye’deki eğitim sistemi tamamen değişik. Bankacı değil, ilk olarak bir sigorta şirketine acenta açmıştım. Sonra 1994 yılında bir banka şubesinin müdürü olmuştum. Bu süreç 2007’ye kadar ikisini kombine ederek devam etti. Çünkü Belçika’da Birinci Lig dışındaki takımlar yarı-profesyonellerdi. Günlük işinizi yapıyor, sonra antrenmanlarınızı yapıyordunuz. Hafta sonu da karşılaşmalar oluyordu. Aynı zamanda antrenörlük kurslarım da vardı tabii. 2007’de de Avrupa’da ilk prolisans alan Türk teknik adam oldum. Üç-dört haftalık Gençlerbirliği serüvenim vardı, ondan sonra tekrar yurt dışına çıktım. 

fuat capa 24022020

"Türkiye’de futbolun saha içinden ibaret değil"
Türkiye’deki teknik adamlar ya Süper Lig’de ya da Birinci Lig’de oynamış isimler. Kariyerlerinin çok önemli bir süresini liglerde oynayarak geçirmiş oluyorlar. Dolayısıyla da birçok bağlantıları var. Sizin burada çok fazla bağlantınız olmasa da İlhan Cavcav size güvendi ve görev verdi.

2007-08 sezonunda Gençlerbirliği’ne gelmeden önce ben Belçika’da İkinci Lig’de görev yapıyordum. O süreçte Türkiye’deki hocalarla temasımız vardı. Devre arası kamplarına takımımızla birlikte Türkiye’ye geliyorduk. İlk olarak Ersun Yanal ile tanışmıştım. O zaman Ersun Hoca, Ankaragücü’nde görev yapıyordu. Daha sonra Ersun Hoca, Gençlerbirliği’ne geçince rahmetli İlhan Başkan ile tanıştık. O dönem Belçika’dan epey oyuncu transfer ediyorlardı. Biz orada çalıştığımız için bu oyuncuları bize soruyorlardı. 2007 yılı ise çok ilginçti. İlhan Başkan o süreçte Trond Sollied ile görüşüyordu. Anlaşma aşamasına gelmişlerdi. Ama o dönemde Antalya’da otellerde patlamalar olmuştu. Sollied bundan dolayı Türkiye’ye gelmek istememişti ve Türkiye’yle ilgili inanılmaz kötü bir röportaj vermişti. Türkiye’nin güvenli bir yer olmadığını ve bu yüzden gitmek istemediğini söylemişti. Ayrıca bizi aşağılayıcı cümleler sarfetmişti. Bunları okuduktan sonra üzülmüştüm. İlhan Başkan’a da, “Bu tip açıklamaları var, siz çok güvenmeyin, geleceğine inanmıyorum” demiştim. Bana kim olabilir diye sormuştu. "Kimseyi aramana gerek yok başkanım, ben varım" demiştim. O da, "Yarın sabah 10’da uçak var, binip geliyorsun" demişti. Türkiye’ye geldikten sonraysa Türkiye’de benim yeteri kadar tecrübeye sahip olmadığımdan dolayı teknik ekibi tamamen kendisinin oluşturacağını, kadroyu da kendisinin yapacağını söylemişti. Sonra buradaki durumun tamamen değişik olduğunu görmüştük. Çünkü Belçika’da bir kulübe kendiniz ve yardımcınızla birlikte gidersiniz. Gerisi kulübün kendi antrenörlerinden oluşur. Ama Türkiye’de ortam tamamen değişik olduğundan ve biz de olayın tam içinde olmadığımız için sonrasında Türkiye’de futbolun saha içinden ibaret olmadığını bizzat yaşamıştım. Açıkçası bana çok şey katarak geri döndüm. Türkiye’ye olan bakış açımı değiştirmek zorunda kaldım. Türkiye’deki futbolun nasıl işlediğini daha iyi anlamaya başladım. Ve giderken de bir gün tekrar Türkiye’ye döneceğimi kafama koyarak gittim. Çünkü o anda yaşadıklarım gerçekten çok üzücüydü. Türkiye’de neden hocaların kendi ekipleriyle çalışmak istediklerini daha iyi anladım. 

Dışardan geldiniz. Elbette kafanızda Türk futboluyla ilgili bir şablon vardı. Gelince çok farklı şeyler gördüğünüzü söylediniz. Biraz daha açabilir misiniz bunu? Ne gibi farklar gördünüz?

Kademe kademe bölebiliriz. Bunun futbolcu kısmı var, yönetim kısmı var, basın kısmı var, taraftar kısmı var. Avrupa’da siz sadece futbolcuyla ilgilenirsiniz. Onun dışında ilgileneceğiniz belirli bir şey yoktur. Dış etken yok, sadece saha içindeki etkenler sizin alanınız ve o alanın içinde görev yaparsınız. Ama Türkiye’de maalesef öyle değil. Türkiye’de hem sahayı iyi idare etmek zorundasınız hem yöneticilerle iyi diyalog içerisinde olmalısınız hem teknik ekipteki arkadaşlarınızı iyi yönetmek zorundasınız hem de taraftarlar ve basınla iyi ilişkiler kurmak zorundasınız. Dış etkenler Türk futbolunda çok etkili. Aradaki en büyük fark bu. Türkiye’de genel olarak çoğu şey sonuca endeksli. Sezon başında belirli hedeflerle başlayıp, iki maç sonra hedefleriniz değişebiliyor. Bu sefer bakış açıları değişiyor. O açıdan Türkiye’ye geldiğim yıllarda Avrupa ile Türkiye’yi kıyaslamak çok zordu. Ki Türkiye’ye geldiğim sezon Belçika’da yedi yıl görev yapmıştım. Saha içi için o kadar tecrübesiz gelmemiştim. Ama saha dışı ve biraz önce bahsettiğim diğer etkenler için son derece tecrübesiz ve yetersiz olduğumu orada öğrendim.

Türkiye’deki yabancı hocalara baktığımızda birçoğu sezonu tamamlayamadan gidiyorlar. Bunun sebebi bu mu?

Türkiye’de yabancı hocaların başarılı olabileceklerine inanmıyorum. Yeteneklerinden veya bilgisinden dolayı değil. Biraz önce bahsettiğim etkenlerden dolayı. Çok büyük örnekleri de var. Vicente del Bosque buraya geldi ve gönderildi, sonra Dünya ve Avrupa şampiyonu oldu. Joachim Löw ve Guus Hiddink hakeza. Bir sürü isim sayabiliriz. Bizdeki futbola bakış açısı plansız ve projesiz olduğundan dolayı ve elimizdeki malzemeye, bütçeye göre hedef belirlemediğimiz için sıkıntılar oluyor. Popülist bir yapıya sahibiz. Bir şey inşa edebilmek çok kolay bir şey değil. Ama Türkiye’de belirli isimler getirildiği zaman beklentiler hemen çok yükseliyor. Önceki kulüplerdeki başarısını gittiği kulüpte direkt göstermesi bekleniyor. Ama bunda oyuncular da bir o kadar etken. Bunlar çok fazla göz önünde bulundurularak transferler yapılmıyor. Böyle olunca da elinizdeki malzemeye göre bir şeyler tutuyorsa tutuyor, tutmuyorsa da sizin de söylediğiniz gibi sirkülasyon oluyor. Ben hem Süper Lig hem de TFF 1. Lig’de görev yaptım. Süper Lig, 1. Lig’e nazaran daha rahat bir lig. Çünkü orada en azından şampiyonluğa oynayabilecek dört, beş takım var. Diğer takımlar onlardan sonra kendilerini belirli bir sıralamaya koyabiliyorlar. 1. Lig’deyse öyle bir şey yok, herkes şampiyon olmak istiyor. Oyuncu kalitesi, bütçe çok önemli görülmüyor. Geçenlerde bir yerde okudum, 1. Lig’de bir antrenörün kulüpteki ortalama görev süresi dört ay imiş. Doğrudur. Ben de ilk sezonumu tamamlayıp, ikinci sezonumda 8-9 hafta sonra ayrılmıştım. Bu sezon yine Eskişehirspor’da üçüncü haftadan sonra ayrılmak zorunda kaldım. Çünkü beklentiler, dışarıya yönelik söylemler elinizdeki imkanlara göre gerçekçi bir yaklaşımda olmuyor. Sonra yöneticiler vermiş oldukları vaatleri yerine getiremedikleri için en zayıf halkayı, yani teknik direktörü yolluyorlar.

"Serkan Reçber süreci başarılı bir şekilde gerçekleştirdi"
Şu an Kasımpaşa’nın başındasınız. Kasımpaşa nispeten diğer kulüplere göre daha derli toplu bir yönetim anlayışına sahip. Böyle bir kulübe geldiniz. Daha önce de Kasımpaşa’da çalışmıştınız. İlk geldiğinizde neler bulmuştunuz, ikinci gelişinizde neler buldunuz, aradaki değişim neydi Kasımpaşa’da?

Birinci dönemle ikinci dönemi kıyaslamak mümkün değil. Çünkü şu anda dünyanın en iyi tesislerinden birine sahip Kasımpaşa. Hedef olarak da kıyaslamak mümkün değil. Çünkü ilk dönemde Kasımpaşa’nın başına devre arası geldiğimde takımın yedi puanı vardı, yöneticilerin hedefi çok netti; gelecek sezonun takımını hazırlamak, bu sezon mümkün olduğu kadar çok puan almak ve birkaç tane genç oyuncuya şans vermek. Ama şu anda her şey farklı. Kadro olarak devre arasında çok fazla değişim olsa da belirli bir felsefeyle yapılan transferler var. Bu konuda Serkan Reçber’i tebrik etmek lâzım. Yanlış hatırlamıyorsam 12 transfer yapıldı, ama bu 12 transferi ikiye ya da üçe bölerek yapmış. Bu da bütçeyi düşünürsek çok mantıklı bir düşünce. Bulunmuş olduğumuz konum çok kolay değildi, düşme hattındaydık. Riskli bir süreçti. Ve bu süreci doğru bir şekilde planlamak gerekiyordu. Süper Lig’e devam edersek, bir sonraki sezona hazır bir kadroya sahip olacaktık. Aksi takdirde de diğer alternatif hazır olacaktı. Transferler bu açıdan yapıldı. Futbolu bilen bir insanın yapılanmanın başına geçtiğinde neler yapabileceğinin bence çok net bir resmi bu. Ve çok kısa bir sürede bunlar oldu. Kendisinin çok fazla zamanı yoktu. Birçok oyuncu gönderildi, ki bunların içinde ilk 11’de oynayan oyuncu sayısı çok fazlaydı. 6-7 tane ilk 11’de oynayan oyuncu gönderip 12 yeni oyuncu alıyorsunuz ve bunlardan dördü gelecek vadeden oyuncular. Çok kolay bir süreç değildi. Ama bunun altını çizmek gerek; Serkan Reçber bu süreci başarılı bir şekilde gerçekleştirdi.

Devre arasında takımda değildiniz. Devre arası transferleri yapılırken hiçbir söz hakkınız olmadı. 5 Şubat’ta imzayı attınız, 6 Şubat’ta sahaya indiniz. Bütün transferler yapılmıştı. Geldiğinizde 12 yeni oyuncu buldunuz karşınızda. Bir yandan sezon devam ediyordu ve takım küme düşme hattındaydı. Bu riskli ortama gelmekten hiç korkmadınız mı?

Doğru söylüyorsunuz ama hayat da futbol da risklerle dolu. Bu böyle. Bu işte risk aldığınız zaman daha güzel sonuçlar ortaya çıkıyor. Teknik direktörlük aşçılık gibi bir meslek. Tabii ki en kolay olanı malzemeleri alıp ona göre bir şey hazırlamak veya dolapta ne varsa kullanarak güzel bir yemek yapmak. Çok şanslı değildim belki, ama iyi bir aşçılık yapıp eldeki malzemeyle bir yemek yapınca lezzetli olabiliyor demek ki.

Gayet lezzetli bir yemek yapıyordunuz ama yarım kaldı.

Bir sıkıntı olacağını tahmin etmiyorum. Kulübün yapısı, kulübün içerisindeki donanım, Serkan Reçber, tesislerde çalışan arkadaşlarımız, her şey çok üst düzeyde. Bunlar olduğu zaman işiniz daha kolaylaşıyor. Liglere tekrar döndüğümüzde çok fazla sıkıntı yaşayacağımızı sanmıyorum. Sadece futbolcuları psikolojik olarak belirli bir noktaya getirmemiz gerekiyor. Fiziksel olarak çok sıkıntı olacağını düşünmüyorum. Her gün görüşüyoruz, yapmış oldukları programları gönderiyorlar, onlar üzerinde tartışıyoruz. Ama psikolojik olarak kolay bir süreçten geçmediğimizi söyleyebilirim. Bu bir gerçek. 

"Antalya'da oynamak doğru değil"
Maçların Antalya’da devam etme ihtimali çok konuşuluyor. 74-75 maç kaldı. Bu maçların seyircisiz bir şekilde Antalya’da oynanacağı ve bu şekilde liglerin tamamlanacağı söyleniyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Federasyonun alacağı karara hepimiz saygı duymak zorundayız. Ama şahsen bunun çok doğru bir organizasyon olacağını düşünmüyorum. Liglerin yeniden başlamasına en az dört hafta kala takımlar çalışmaya başlayacaklar. Ligleri tamamlayabilmek için ise en az beş haftaya ihtiyacımız olacak. Bu da dokuz hafta yapıyor. Ek olarak Türkiye Kupası’nda da yarı final maçları var. Yani 9-10 haftalık bir süreç bulunuyor. Ve bu süreçte oyuncuları alışık oldukları ortamdan değişik bir ortama götürmekten bahsediyorsunuz. Sezon başında on günlüğüne yurt dışına kampa gittiğimizde, on birinci günden itibaren oyuncular bir an önce alışık oldukları ortama dönmek istiyorlar. Devre arası kampları da yine aynı şekilde geçiyor. Şimdi bir de 9-10 hafta boyunca böyle bir ortamda kaldığınızı düşünün.

Ve en hararetli maçlar oynanacak.

Evet, psikolojik olarak çok zor bir süreç. Antalya’daki stat sayısı da belli. Çok fazla stat da yok. Alanya’yı da içine katacak olursak maksimum üç ya da dört stat var. Kim hangi statta oynayacak? Bu da bir sıkıntı olacak. Çünkü dokuz tane maç oynamak zorundasınız. Zeminler belki şu an çok iyi, ama üç hafta sonra o zeminlerin durumu ne olacak? Bir de alt ligler var. Süper Lig’i Antalya’ya götüreceksiniz diyelim, TFF 1. Lig’i nereye götüreceksiniz? Takımlarımızın tesisleri gayet iyi. Herkes kendi hazırlık dönemini tesislerinde geçirebilir. Zaten her takımın hazır olmak için dört hafta gibi bir süreye ihtiyacı olacak. Gelişmelere göre değerlendirmek bence daha doğru olur diye düşünüyorum. Ama böyle bir karar alınmasının arkasında da bir neden vardır. Durduk yere böyle bir şey ortaya atılmamıştır. Bir de şunu unutmayalım; bahsettiğimiz dönemler Antalya ve Alanya’nın en sıcak olduğu dönemler. Yalnızca oynayalım, bu lig bitsin deniliyorsa olur; ama taraftar zaten olmayacak, en azından televizyonları başındaki seyirciler bir şeyler alsın diye düşünülüyorsa o şartların ve ortamın bir şekilde yaratılması gerek.

FUAT CAPA KAYSERI ERCIYESSPOR

"Daha fazla Türk oyuncu çıkarılabilir"
Kasımpaşa’nın durumunu anlattınız. Hem maddi hem de kadro olarak toparlandığını söylediniz. Ama futbolda mâli bir kriz de bekleniyor. Kasımpaşa belki bundan az etkilenecektir. Fakat birçok kulüp oldukça etkilenecek gibi görünüyor. Siz bu dönemin ardından futbolun mâli yapısında ne gibi değişiklikler bekliyorsunuz?

Sadece Türkiye için bakmamak lâzım ya da ikinci etapta Türkiye’yi konuşmak gerek. Bugüne kadar maddi anlamda sıkıntı yaşamayan takımlar, bundan sonra sıkıntılı bir dönemin kendilerini beklediklerini söylüyorlar. Sizler de takip ediyorsunuz. Oyuncular belirli fedakârlıklar yapıyorlar. Bizim kulüplerimizden çok daha rahat durumdaki kulüplerin böyle bir sıkıntısı varsa, bizim kulüplerimizi konuşmaya bile gerek yok. Türk futbolu adına çok sıkıntılı bir süreç olacağını düşünüyorum. Beşiktaş feda sezonunu ilân etti, ardından iki yıl sonra şampiyonluklar yaşadı. Trabzonspor’da geçtiğimiz sezonun başında çok büyük sıkıntılar vardı, altyapıya yöneldi, her ne kadar bu sezon devre arasından sonra hedefe yönelik transferler yapmış olsalar da inanılmaz başarılar yakaladı. Bizim geçen sene Eskişehirspor’da tamamen altyapıdan oluşan bir oyuncu grubuyla yaşadıklarımız var. Bu üç örneği göz önünde bulundurarak belki daha fazla Türk oyuncu çıkarılabilir diye düşünüyorum. Çünkü kulüplerin başka olanakları olmadığı için böyle bir tercih yapmak zorunda kalacaklar. Belki de önceki yıllarda olduğu gibi daha çok gurbetçi oyuncular transfer edilecek. Ya da belki de yabancı dahi olsa daha genç oyuncular gelecek. Geçmişte olduğu gibi Premier Lig, La Liga ya da Bundesliga’dan gelen oyuncu sayısının gelecek yıllarda azalacağını düşünüyorum. 

Yabancı sayısı hakkında ne düşünüyorsunuz? 14 yabancı fazla mı sizce?

Bence yabancı ya da yerli futbolcudan ziyade iyi futbolcu ve yetersiz futbolcu var. Günümüzde yerli-yabancı futbolcu ayrımı kalmadı. Bunu Avrupa’da sıklıkla görüyoruz. Bizim yalnızca gelenlere maddi olarak bir şeyler katmaktan ziyade, onlardan neler alabileceğimize bakmamız gerek. Son durağı Türkiye olmayan, Türkiye’den sonra birkaç durağı daha olabilecek oyuncuları tercih etmek zorundayız. İmkânlar da bunu sağlayacak. Artık 1.5 milyon euro, şu anki kuru düşündüğümüzde 11-12 milyon lira ediyor. Bu paraya çok kaliteli oyuncu artık Türkiye’ye gelmeyecektir, çünkü onu zaten Avrupa’da kazanıyor. Bu yüzden seçenekler daha doğru olmak zorunda. Vizyon ve misyon, bence altı çizilmesi gereken kelimeler olacak. İlişkileri ön planda tutmayıp, sadece kişilerin kapasitesine ve yeteneğine bakılırsa, Türk futbolu bu dipten çok kolay bir şekilde çıkar. Çünkü yetenek zaten bizde var. Ama bu süreci doğru geçirmezsek Avrupa’yla mesafemiz her geçen gün açılır. 

"Bu ortamda futbolcu gelişimi çok zor"
Geçenlerde Türkiye’deki lisanslı futbolcu sayısına baktım; 10 yıl önce 200 bine yakın lisanslı futbolcumuz varmış. Federasyon bunun çok az olduğunu düşünmüş ve iki yıl içinde 400 bine artırmışlar. Fakat 2018 yılındaki bir veriye göre hâlâ lisanslı oyuncu sayımız 400 binmiş. Yani geçen sekiz yıllık süreçte lisanslı oyuncu sayısını hiç artıramamışız. Sanıyorum nüfusumuzu da göz önünde bulundurursak bu durum ülkemiz adına çok büyük bir eksiklik. 

Yalnızca A takımları esas aldığımızdan dolayı altyapılara çok fazla önem vermiyoruz. Bildiğim kadarıyla söylüyorum; Altınordu, Kasımpaşa, Başakşehir ve Galatasaray dışındaki takımların altyapı tesislerinin ne kadar yeterli olduğu tartışılır. Lisanslı oyuncu sayısı 400 bin değil de 800 bin olsa ne değişecek? Ya da 1 milyon olsa ne değişecek? Siz gereken eğitimi veremiyorsanız, bir yeteneğe gereken şeyleri katamıyorsanız, sayının çok fazla olması bir şeyi değiştirmez. Önemli olan var olan oyuncu sayısından maksimum verimi alabilmek. Hollanda’da görev yaptığımda her hafta altyapıdaki görevli hocalarımızla toplantılar düzenliyorduk. Sportif direktörün ilk sorduğu şey, “Bu hafta hangi oyuncu iyiydi?” oluyordu. Maçın skorunu sormuyordu, futbolcuyu kazanmak istiyordu. Bizim Avrupa ile olan farkımız bu. Bizde futbolcular sonuç odaklı, Avrupa’daysa gelişim odaklı eğitiliyor. Bizde A takım oyuncuları faul alıp süre çalmaya, hakemle uğraşmaya çalışıyorlar. U19’a indiğinizde aynı şeyi orada da görüyorsunuz. Çünkü sonuç almak zorundalar. Üç hafta üst üste maç kaybettiğinde bu defa altyapıdaki hoca hakkında da soru işaretleri oluşmaya başlıyor. Tıpkı A takımda olduğu gibi. Böyle bir ortamda oyuncunun gelişimini nasıl sağlayacağız? Avrupa’ya çok gidip geliyoruz aslında. Ama kopyalamayıp, işin felsefesini tam olarak algılamamız daha doğru olur. 

"Eskişehirspor yine Süper Lig’e gelecektir"
Önceki sezon Eskişehirspor’daydınız. Nasıl bir süreç geçirdiniz? 

Eskişehirspor’da transfer yasağından sonra altyapıdaki arkadaşlarla devam ettik. Bu sezon da 3. haftada ayrıldım. Aslında yönetim değiştikten sonra sezona başlamayacaktım. Ama Eskişehirspor’da bir yılda çok şey yaşadım. Taraftarların neler yaptığını çok iyi bilen birisiyim, çünkü olayların hep içerisinde oldum. Eskişehirspor’un bu sezonu kurtarabilmesi için yönetime üç rapor verdim. Maalesef hiçbirisi değer kazanmadı. Çünkü ekonomik olarak zor bir dönemden geçen, FIFA’da o kadar dosyası olan bir kulübün kalkıp da belirli hedefler koyma şansı yok. En büyük hedefiniz ligde kalmak olur. Geçtiğimiz sezonki altyapıdan çocukların yanında üç-dört tane deneyimli oyuncularımız vardı, onları kadroda tutup lige devam etmiş olsalardı, şu anda FIFA’da olan dosyaları bu düzeyde olmazdı. Puan eksiltme cezası almazlardı. Ama maalesef onların bakış açısı tamamen farklıydı. 33-34 kişilik bir kadroyu ellerinde barındırmak için çaba gösterdiler. 15-16 oyuncuya maaş verme imkanları yokken 33-34 oyuncuyu ellerinde tutmaya çalıştılar. Bu işin gitmeyeceğini gördük. Verilen sözler vardı, o sözler yerine getirilmedi. Ek olarak her gün şehrin insanlarıyla yüz yüze geliyorsunuz. Dışarı çıktığınızda size ilk sorulan şey, “Eskişehirspor ne olacak?” oluyor. Böyle bir camiaya kalkıp da olmayacak şeyleri vadetmek çok doğru değildi. Biz gereken fedakârlığı bir sezon önce zaten fazlasıyla yapmıştık. Ayrılıp onlara belli bir mesajı vermek istedim ama o mesajı da açıkçası doğru dürüst alamadılar. 

Eskişehir inanılmaz bir futbol şehri. Herkes futbolu çok seviyor. UEFA Avrupa Ligi’ndeki Eskişehirspor - Marsilya maçını statta seyretmiştim. Oldukça keyifli bir maçtı. Keşke Eskişehirspor’u yine yukarılarda görebilsek.

Aynı sorunları yaşayıp şu anda yok olan kulüpler var. Ama Eskişehirspor taraftarı ve camiası, Eskişehirspor’un bir şekilde ayakta kalabilmesi için hep direndi. Hâlen de direniyor. Belli bir süre sonra Eskişehirspor yine Süper Lig’e gelecektir, adından söz ettirecektir. Çünkü köklü bir camia. Hiçbir zaman oynadığı lig Eskişehirspor’un değerinden bir şey kaybettirmez. Bu bir gerçek. Geçtiğimiz sezon 30 bin taraftarın önünde oynadığımız maçlar vardı. Süper Lig’de bu sayıyı yakalayan takım sayısı çok azdır. Yarın 2. Lig’e düşsünler, bu taraftar sayısını yine yakalarlar. Eskişehirspor taraftarı için takımının hangi ligde olduğu çok önemli değil. Ama Türkiye’de kime sorarsanız sorun, Eskişehirspor’un şu anki konumuna herkes çok üzülüyor.

Kariyerinizdeki en üzüldüğünüz maç hangisiydi?

Hollanda’da Maastricht’i çalıştırırken De Graafschap’a karşı oynadığımız maç. Galip gelmiş olsaydık Eredivisie’ye çıkacaktık. O maçı hâlâ zaman zaman zihnimde oynuyorum (gülüyor).

Zihninizde oynarken bir üst lige çıkabiliyor musunuz peki?

Maçtan sonra yorum yapmak kolay biliyorsunuz. Ama çok yaklaşmıştık. Hollanda’da, Belçika’da yabancı bir antrenör olarak görev yapmak çok zordur. Bilhassa Türk olarak daha da zordur. Çünkü orada her ne kadar belli bir eğitiminiz olsa da işçi çocuğu olduğunuz için size hâlâ işçi gözüyle bakıyorlar. Bir üst lige yükselmeyi başarmış olsaydık manevi değeri çok fazla olacaktı. 

"Futbolun ligi yoktur"
1. Lig’de şöyle bir şey var; şampiyon oluyorsunuz, Süper Lig’e yükseliyorsunuz, ama sizi görevden alabiliyorlar. Hollanda ya da Belçika’da böyle bir şeye denk geldiniz mi?

Çok az denk geldim. Çünkü futbolun ligi yok aslında. Futbolu gerçekten tutkuyla seviyorsanız, ligin çok önemi yok. Avrupa’daki bakış açısı da bu şekilde. Üçüncü Lig’de çalışan bir hoca çok rahatlıkla öbür sezon en üst ligde çalışabiliyor, başarılı da oluyor. Bunun örnekleri çok fazla. Türkiye’de yöneticilerden ziyade etraflarındaki ekstrem faktörlerin bu işlerde çok etkisi olduğunu düşünüyorum. Bizde etiketler çok kolay yapıştırılıyor. Süper Lig hocası, 1. Lig hocası, 2. Lig hocası diye. Ben Eskişehirspor’da görev yaparken, alt ligde çok değerli antrenörler gördüm. Alt liglerde genç hoca sayısı biraz daha fazla. Kendisini geliştirmek isteyen, dünya futbolunu çok yakından takip eden, tecrübe edinebilmek için çaba gösteren hocalar görebiliyorsunuz. 

Peki kariyerinizdeki en mutlu olduğunuz maç hangisiydi?

Birkaç tane maç var. Bir tane söylersem çok doğru olmaz. Gençlerbirliği’ndeki ikinci dönemimde içerde oynadığımız Beşiktaş maçını söyleyebilirim. Bizim için kader maçıydı. Tribünler tamamen doluydu. 2-0 geriye düşüp, 4-2 kazanmıştık. O maç benim için çok, çok değerliydi. Geçtiğimiz sezon da Eskişehirspor’un başındayken oynadığımız Osmanlıspor maçını söyleyebilirim. Çünkü o karşılaşmanın ardından Eskişehirspor’un ligde kalma adına attığı emin adımlar vardı. 

Reddedip daha sonra pişman olduğunuz bir teklif var mı?

Yok. Hayat seçimlerden ibaret. İnsanların yaşamaları gerektiği şeyleri yaşadıklarını düşünürüm. Hiçbir şey tesadüf değildir. Kaderinizde belli şeyleri yaşamanız gerekiyorsa, o yol size açılır. Yaşamamanız gerekiyorsa da o yollar kapanır. Dolayısıyla olan şeylere ne çok fazla sevinmek ne de çok fazla üzülmek gerek. Olayları olduğu gibi kabullenmek lâzım. Elinizde olanlarla da mutlu olmalısınız. Benim için en değerli ve büyük kulüp, çalışmış olduğum kulüptür. Bir yerdeyken başka bir yeri düşünmeyi ne aklımdan ne de gönlümden geçirmişimdir. Olduğum yerden mümkün olduğu kadar mutlu olmaya ve ne verebiliyorsam vermeye çalışırım. Ki gitmiş olduğum takımlarda da gerçekten bir şeyler inşa ettim ve bir şeyler verdim. Belki kendimi çok iyi ifade edemedim, bu da bir gerçek. Gençlerbirliği gibi bir kulüpte, İlhan Cavcav gibi bir başkanla iki yıl üst üste çalışabilen başka bir teknik adam yok. O iki sezon içerisinde altyapıdan 13-14 oyuncu çıkardım. Geçtiğimiz sezon Eskişehirspor’u tamamen U15 ve U20 oyuncularıyla inşa ettim. Bir önceki sezon Boluspor kümede kalma savaşı verirken, ben geldikten sonra en az bütçeyle ligi dördüncü sırada bitirdi. Gittiğim takımlara hep bir şeyler kazandırdım. Gençlerbirliği’ndeyken Yasin Öztekin ve Aykut Demir, Trabzonspor’a gitti; Ahmet Çalık, Galatasaray’a gitti; Hurşut Meriç, Rizespor’a gitti; Radosav Petrovic, Spartak Moskova’ya gitti; Emre Kılınç, Sivasspor’a gitti. Boluspor’dayken gönderilmek üzere olan Umut Meraş, şu anda Le Havre’da bizi temsil ediyor. Eskişehirspor’u zaten anlatmaya gerek yok, şu anda 18-19 tane Türk futboluna kazandırdığımız pırıl pırıl oyuncular var. 

"Kasımpaşa’nın dünya futbolunda daha iyi tanınması lâzım"
51 yaşındasınız şu an. Süper Lig’de uzun yıllar, 70-75 yaşına kadar çalışan hocalar var. Sizin de futbol sevginizden dolayı uzun yıllar çalışacağınızı düşünüyorum. Hedefleriniz neler?

Yaş çok önemli değil. İnsanlar mutlu oldukları ve bir şeyler katabildikleri sürece çalışabilirler. Örnekleri de var; Şenol Güneş yaşı ilerlemesine rağmen Türk futboluna çok şeyler katmaya devam ediyor. Fatih Terim ve Mustafa Denizli de aynı şekilde. Özkan Sümer, Türk futboluna çok çok şey kattı. Şu an Kasımpaşa benim için en büyük hedef. Kasımpaşa’nın dünya futbolunda daha iyi tanınması lâzım. Kulüpteki olanakları maksimum bir şekilde değerlendirmeliyiz. İstanbul’un üç takımdan ibaret olmadığını, dördüncü bir takımı daha olduğunu kanıtlamalıyız. Çünkü kulübün o imkânları var. 

Benim de maç izlemekten en keyif aldığım yer Kasımpaşa Stadı. Hem konum olarak muazzam hem de tribünden sahayı görüş şekli şahane. Futbolcular resmen önümüzde oynuyor. Acayip keyifli bir stat.

Evet. Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray ve Başakşehir belki şu anda şampiyonluğa oynadıkları için çok daha göz önünde. Kasımpaşa son yedi yıldır Süper Lig’de kalıcı oldu. Ondan önce inip çıkan bir takımdı. Çünkü bütçesi, sahip olduğu tesisler, buna hazır değildi. Başakşehir de biliyorsunuz belli bir süreden sonra İstanbul’daki dördüncü takım olarak konuşulmaya başladı. Ama Kasımpaşa’nın şu anki imkânlarını göz önünde bulundurursak, başarıyı yakalaması Başakşehir kadar sürmeyecektir diye düşünüyorum. Şunu da unutmamak gerek; her ne kadar diğer takımlardaki kadar taraftar sayısına sahip olmasa da Kasımpaşa’nın bir camiası var. Belki bu sezon tribünde olmayacaklar ama, inşallah onlarsız bir şekilde bu sezonu en iyi yerde bitirip, gelecek sezon onlarla birlikte hedeflerimizi kovalarız.

Kaynak: Goal Türkiye ve Mackolik

Yorum yazın
İmlası çok bozuk, büyük harfle yazılan,
Habere değil yorumculara yönelik,
Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan,
Çok kısa ve konuyu zenginleştirmeyen yorumlar YAYIMLANMAYACAKTIR.
Sayfada yer alan yorumlar kişiye ait görüşlerdir. Yapılan yorumlardan sitemiz hiçbir şekilde sorumlu değildir.